Sayfalar

23 Mayıs 2013 Perşembe

Necip Fazıl Kısakürek - İdeolocya Örgüsü


İncelemeye başlamadan önce yazarın hayatını kısaca anımsayalım. Varlıklı bir ailenin çocuğu olan N.F.K henüz çocukluk dönemlerinde hastalıklar ile mücadele etmek zorunda kalarak ve kaybetme duygusu ile küçük yaşta tanışarak hayata başlamıştır. Çocukluk döneminde yaşadıkları ve dedesinin yoğun sevgisi dolayısıyla yaptığı hatalar hep hoş görülmüştür. Çocukluk döneminde otorite figürü ile karşılaşmadan büyüyen Kısakürek, gençlik yıllarında başına buyrukluğu ve yaramazlıkları sebebiyle çeşitli sıkıntılı dönemlerden geçecektir. Yazarın istediği bir çok şeyi yapabilmesine el veren zekası ve aileden ayrı olduğu dönemlerdeki çevre etkileri yazarın benliğinde tahribata yol açmıştır. Gençlik ve çocukluk döneminde karşılaştığı etkiler, yazarı sindirmek yerine daha fazla güçlendirmiştir. Sonraki dönemde annesinin kaybını kabul etmek yerine annesini gururlandırmak için dileğini yerine getirmeyi kendisine görev edinmiş ve yazınsal türde çok başarılı eserler vermiştir. Zekasını daha etkili kullanabildiği bu alanda kısa zamanda kitleleri arkasına almayı başaran Kısakürek, siyasette de oldukça etkili olmuştur. Kalemini her geçen gün biraz daha güçlendiren ve sözleri bir silah misali kullanan yazar, bazen birbirine zıt sayılabilecek konularda dahi desteklediği tarafın yücelticisi, eleştirdiği tarafın ise korkulu rüyası haline gelmiştir. Yazar, hayatının bir dönemini özellikle Yahudi ve Mason tehlikesini anlamaya, anlatmaya ve çözüm bulmaya adamıştır. Hayatı boyunca bir çok başarılı esere ve işe imzasını atan N.F.K özellikle son dönemlerinde günümüz siyasetini dahi etkileyebilecek yazılar yayınlamış seminerler vermiştir. Sonuç olarak dehasını her alanda konuşturan yazar, basın yayının ve etkili bir zekanın hangi tarafta olursa olsun çok etkili olabildiğini kanıtlamıştır.

Belirtmekte fayda var, Necip Fazıl Kısakürek'in kendine has yazım tekniği dolayısıyla eserlerini bir bütün olarak detaylı bir şekilde incelemek çok güç. O nedenle elimden geldiğince eserin dikkat çeken ve bilinmeyen yönlerine ışık tutmaya çalışacağım.

Yazıma, bu kitabın Necip Fazıl Kısakürek tarafından yazılmış en başarılı bir kaç eserden biri olduğunu hatırlatarak başlamak istiyorum. Bu kitabın bir diğer özelliği ise, bir dönem sonrası yazdığı hemen hemen bütün eserlerinin elekten geçirilip, kısaltılıp, geliştirilmesi ile oluşmasıdır. 576 sayfalık bu kitap binlerce sayfanın ve yoğun yaşanmışlıkların özü olacak şekilde kaleme alınmıştır. İçeriğinin çok yoğun olması nedeniyle  önemli noktalarına değinmem bile sayfalarca yazmama sebep olacaktır. Bu nedenle sadece ana hatlarından ve kaleme alınma amacından bahsedeceğim. Kısakürek, henüz eserin başında fikirlerinin merkezine koyduğu Doğu-Batı çatışmasını tarihsel olay ve örneklerle sunmaya başlıyor. Burada çatışma kelimesi belkide akla gelen bütün anlamlarını aynı anda karşılamaktadır. Sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi, askeri... ve daha sayamadığımız bir çok anlamda sayısız ve yerinde örneklerle önümüze sunuluyor. 45 yıllar ve sonrası gerçekleşen olaylarda ülkenin bir çok yönden değiştirilmeye zorlandığını dile getiren yazar ayrıca inkılapları ve uygulayıcılarını ağır bir dille eleştirmektedir. Türk ırkının tarihini iki parçaya ayıran yazar ilk parçasında doğunun temsilcisi olarak batıyı çiğnediğini, ikincisinde ise doğunun temsilcisi olarak kendisini batıya çiğnettiğini ve bunun sebebini doğunun temsilcisi olarak batıyı çiğnemenin bitmiş olması olarak göstermektedir. Başta komunizm ve faşizm olmak üzere kapitalizm ve liberalizm hakkındaki görüşlerini paylaşan Kısakürek, hepsinin insanların memnun olmadığı düzenin değiştirilip daha güzel bir düzen getirilmesi vaadiyle kandırılması yolunda araç olarak kullanıldığını asıl amacın insanların, insanlığın ve ruhların daha fazla sömürülmesi olduğunu açıklamıştır. Yazar iyiye, doğruya ve güzele dair ne varsa yok edilerek inşa edilen bu yeni dünya düzeninde düzeni hazırlayanlara yardım edenler olmamamız konusunda okuyucularını uyarıyor. Ve kurtuluş olarak İslam'ı gösteriyor. 4. bölümün tamamında boşluğa yer vermeyecek şekilde ana hatlarıyla İslamı anlatan  Kısakürek, söyledikleri ile inancın bozulmamış gerçek halini anlatarak ne denli bozulduğu konusunda okuyucularına ders veriyor. İslamın bozulmaya başlamasını genel olarak Kanuni devri ile ele alan yazar, Şeyhülislam'ların bir şura tarafından tayin edilirken padişah tarafından bir memur misali tayin edilmesi ile   açıklamıştır. Tanzimat ve Meşrutiyet devrinde bu bozulmanın hızlandığını, son dönemde ise artarak devam ettiğinden bahsetmiştir.Sahte sofileri ve İslam'a zarar veren din adamlarını eleştiren yazar bu kişilerin en büyük tehlike olduğu konusunda okuyucularını uyarmaktadır. Kitabının devamında bütün bu durumu değiştirecek kişiyi beklediğini dile getiren yazar, ancak bu kişinin ülkeye şeriat'i getirebileceğini söylemektedir. Bu kişinin dünyada yayılmadan önce Türkiye'de yayılmaya başlaması ve İslami Sermaye ile bütün iç ve dış vasıtaların harekete geçmesi, bütünleşmesi sonucu bu inkılabın gerçekleşmesinin gerektiğini söylemektedir. Bu kısımdan kitabın sonuna kadar beklediği bu inkılabın ülke ve toplum açısından her türlü alanda yönlerini belirleyen Kısakürek, adeta bu beklenen kişiye bir yol haritası çizmiştir. En ince detayına kadar yapılması gerekenler bir bir açıklayan yazar, cemaatin önemine değinerek iç ve dış düşman Yahudi tehlikesine karşı da okurlarını uyarmaktadır. Kitabın sonunda okuyucu kitlesini kast ederek, yapmaları gereken fedakarlıklardan söz edip asıl örnek alması gereken kişilerden bahsetmiştir. Gençleri harekete geçirmek için söz sanatını özenle kullanan Kısakürek, eserin yazıldığı dönem göz önüne alınıp günümüz incelendiğinde amacını gerçekleştirmeye başlamıştır. Kitabın sonunda yazar şu kelimeleri ile özetlemeye çalışıyor, "İslam, 500 yıl kılıcını elinde tutan Türkiye'de bozuldu ve her yerde altüst oldu. Bu ancak Türkiyede düzelirse her yerde sağlığa kavuşabileceğine ait ilahi bir ihtar" Sonuç olarak bir dehanın, daha büyük bir planın başlangıç aşamasını bu kitap yolu ile gerçekleştirdiğini görüyoruz. O dönem yaktığı ateş gün be gün Türkiye'de ve Dünyada büyüyerek yayılmaya devam etmektedir.

Şimdiye kadar yaptığım analizler arasında en zorlandığım ve yorulduğum bu eserdi, dile kolay büyük bir dehanın hazırladığı yine büyük bir planın saklı kalmış ama aynı zamanda hayata geçmeyi başarmış bir yol haritasını keşfetmeye çalıştım. Hata ettiysem, affola. Saygılar, sevgiler.

Gary Small - Gigi Vorgan BİR PSİKİYATRİSTİN GİZLİ DEFTERİ

Anımsatmak amacıyla kısaca yazarların hayatından bahsedelim, kimdir Gary Small ve Gigi Vorgan. Gary Small eşi Gigi Vorgan ile tanışıp evlenene kadar çok başarılı bir eğitim hayatı geçirmiştir. Psikiyatrist olan Small ilk olarak üniversitede sınıf birincisi olarak dikkat çekmiş ve bütün hayatı boyunca  alanında bir çok başarılı işe imza atmıştır. Yazar olan Gigi Vorgan ile tanışıncaya dek çok başarılı bir psikiyatrist olan  Small, Gigi Vorgan ile evlendikten sonra aynı zamanda başarılı bir yazar da olmuştur. Yazar olan Vorgan ile evlenip deneyimlerini ve bilgilerini kitaplaştırıp yayınlatan Small, kısa sürede dikkat çekmeyi başarmış ve bir biri ardına kitaplar yayınlatmaya başlamıştır. Bunun dışında yazarların hayatına dair elle tutulur pek bir bilgi yok, bu nedenle daha çok esere odaklanmaya çalışacağım.


Esere gelecek olursak. Kitap Vorgan'ın sonradan dahil olmasıyla yazarların da içinde bulunduğu Small'ın kronolojik olarak tedavisini gerçekleştirdiği hastalarıyla olan deneyimlerinden oluşmaktadır. Henüz kitabın önsözünde duruma açıklık getirmeye çalışan yazarlar, okuyuculara ABD'de her yıl yaklaşık altmış milyon yetişkinin zihinsel bir hastalık yaşadığını fakat bu hastaların tedavi olmaktan kaçındıklarını bildiriyor. Böylece yazarlar toplumun dikkatini kitaba çekerek kitap boyunca değiştirmek ya da pekiştirmek istedikleri tutumlar için ikna çabasına girişiyor. Kitabın birinci bölümünde, Small'ın hayatını okuyarak onu neden ciddiye almamız gerektiği sorusunun cevabı veriliyor. İlk hasta tedavisinde psikolojinin bazen hiç istemeyeceğimiz sonuçlara varabileceği, insanları utandırabileceği ve hatta kişiye istemediği şeyleri yaptırabileceği mesajı veriliyor. Ayrıca hastanın sosyal geçmişinden örnekler verilerek okuyucunun kendisinden bir şeyler  bulması hasta ile empati kurması isteniyor. Sanıyorum bu sayede eser, durumun ciddiyetini fark ettirmeye başlayıp hastalar ile aramızda bir bağ kurmaya ve tam anlamıyla sindirerek yaşayarak kendisini okutturuyor. İkinci bölümde ilk bölümde verilen telkinler desteklenirken aynı zamanda fiziksel hastalıkların da psikolojik hastalığa sebep olabileceği ve kontrol altına alınmadığı takdirde kişileri zor durumda bırakabileceği altı çizilerek söyleniyor. Bölüm sonunda ise verilen bu mesaj psikiyatristlerin zihinsel olduğu kadar fiziksel hastalıklara da yardımı olduğu belirtiliyor. Üçüncü bölümde durumun ciddiyetini anlatabilmek için uç noktada bir örnek veriliyor ve eğer gerektiğinde psikiyatrist yardımı almazsan kendine kolayca zarar verebilirsin deniliyor. Hastalar için mutlu sonla biten bölüm sonları ile de okuyucuların psikiyatriye olan ön yargıları kırılmaya çalışılıyor.

Toplam 15 bölümden oluşan kitap, her bölümde verdiği mesajları güçlendirmekle kalmıyor hastayı ikna ederken bir yandan da yeni mesajlarla yoluna devam ediyor. Kitap ile bütünleştirilmiş ürün yerleştirmeler ile reklamın artık kitaplara kadar girebildiğini görebiliyoruz.(bknz. starbucks vb.) Bölümler ilerledikçe zihinsel hastalık belirtilerinin hemen hemen hepsine dem vurularak okuyucuların bir şekilde ortak nokta bulması sağlanmaktadır. Bu sayede okuyucuların psikiyatriste  ve psikoloji bilimine olan ön yargısı kırılacak ve şimdiye kadar görmezden geldiği sorunları gün yüzüne çıkarılacaktır. Kitabın sonlarına doğru zihinsel hastalıkların yıkıcı etkileri artacak aynı zamanda psikiyatrist'in psikolog'dan neden üstün olduğu açıklanacaktır. Kitabın sonunda ise "bana bir şey olmaz" kalıbı ünlü bir psikanalist ve psikiyatrist olan doktorun dahi zihinsel hastalık geçirebileceği mesajı ile paramparça ediliyor. Sonsöz kısmında ise yazar, kitap boyunca okuyucularının zihnine özenle yerleştirdiği mesajları açarak psikiyatri dalına olan ön yargıyı, sanki keşfettirmişcesine okuyucusuna kırdırıyor. Esere genel olarak bakacak olursak, yazarlar kendi reklamlarını ürün yerleştirmesi yaptığı markaların reklamlarını, psikiyatri biliminin reklamını başarılı bir şekilde yapıyor ve kırmak istediği ön yargıları parçalayarak insanların bu bilimden faydalanmasını sağlıyor. Yazarların çok zeki olduğunu söylememe gerek olduğunu sanmıyorum zaten başarıyla dolu hayat hikayeleri ve bu kitap ile yapmaya çalıştıkları ve yaptıkları bize her şeyi açıklıyor. Sonuç olarak bu bilime ön yargısı olan herkesin okuması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Bölüm bölüm ve yaşanmış hikayelerden alınmış olması ve Gary Small ile Gigi Vorgan'ın güçlerini birleştirerek yazması dolayısıyla keyifli bir eser olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.


20 Mayıs 2013 Pazartesi

Necip Fazıl Kısakürek - Yahudilik Masonluk Dönmelik

Arkadaşımın ricası ile, hayatı ve eserleri dolayısıyla halen tartışılmaya devam eden Necip Fazıl Kısakürek'i anlamaya çalışmak için dikkat çeken eserlerinden, Yahudilik Masonluk Dönmelik adlı kitabını elimden geldiğince analiz etmeye çalışacağım.  N.F.K Türkiye'nin analiz edilmesi hatta anlaşılması en güç kişilerinden biridir. O nedenle olabildiğince eleştiriye mahal veren kısımlarının üstünden geçerek anlatmaya çalışacağım.

Her zamanki gibi eserini incelemeye başlamadan önce yazarın hayatını kısaca anımsayalım. Varlıklı bir ailenin çocuğu olan N.F.K henüz çocukluk dönemlerinde hastalıklar ile mücadele etmek zorunda kalarak ve kaybetme duygusu ile küçük yaşta tanışarak hayata başlamıştır. Çocukluk döneminde yaşadıkları ve dedesinin yoğun sevgisi dolayısıyla yaptığı hatalar hep hoş görülmüştür. Çocukluk döneminde otorite figürü ile karşılaşmadan büyüyen Kısakürek, gençlik yıllarında başına buyrukluğu ve yaramazlıkları sebebiyle çeşitli sıkıntılı dönemlerden geçecektir. Yazarın istediği bir çok şeyi yapabilmesine el veren zekası ve aileden ayrı olduğu dönemlerdeki çevre etkileri yazarın benliğinde tahribata yol açmıştır. Gençlik ve çocukluk döneminde karşılaştığı etkiler, yazarı sindirmek yerine daha fazla güçlendirmiştir. Sonraki dönemde annesinin kaybını kabul etmek yerine annesini gururlandırmak için dileğini yerine getirmeyi kendisine görev edinmiş ve yazınsal türde çok başarılı eserler vermiştir. Zekasını daha etkili kullanabildiği bu alanda kısa zamanda kitleleri arkasına almayı başaran Kısakürek, siyasette de oldukça etkili olmuştur. Kalemini her geçen gün biraz daha güçlendiren ve sözleri bir silah misali kullanan yazar, bazen birbirine zıt sayılabilecek konularda dahi desteklediği tarafın yücelticisi, eleştirdiği tarafın ise korkulu rüyası haline gelmiştir. Yazar, hayatının bir dönemini özellikle Yahudi ve Mason tehlikesini anlamaya, anlatmaya ve çözüm bulmaya adamıştır. Hayatı boyunca bir çok başarılı esere ve işe imzasını atan N.F.K özellikle son dönemlerinde günümüz siyasetini dahi etkileyebilecek yazılar yayınlamış seminerler vermiştir. Sonuç olarak dehasını her alanda konuşturan yazar, basın yayının ve etkili bir zekanın hangi tarafta olursa olsun çok etkili olabildiğini kanıtlamıştır.

Eserine geçmeden önce belirtmekte fayda var "Yahudilik Masonluk Dönmelik" kitabı Necip Fazıl Kısakürek tarafından Büyük Doğu dergilerinde yayınlanmış konuya dair yazılarından derlenmiştir. Bu nedenle kitapta anlam bütünlüğü bulamamayı hoş görmenizi tavsiye ediyorum.

Eserin henüz başında yazar, Yahudilerin nihai amaçlarının yazılı olduğu kitapların ortaya çıkması ile bilinen bir gerçeğin kesinleştiğini kitaptaki notlar ile gözler önüne sererek adeta bu amaçları, gözünü kapamakta direten ve tehlikeyi görmezden gelen kişilerin gözüne sokmuştur. Yahudilerin, bilinenlerin aksine iktidara gelecek siyasi rejimi kontrolü altına almasının yanı sıra amaçlarını garantileyebilmek ve bu amaçlara daha hızlı erişebilmek için muhalif rejimleri de kontrolü altına alması dikkat çekmektedir. Dikkat çeken bir diğer unsur da basın yayının etkilerinin farkında olan Yahudilerin basın yayının büyük bir bölümünü kontrol altında tutarak halkı dilediğince yönetmesidir. "Hiç değilse bir gazetemiz bizim fikirlerimize taban tabana zıt olacaktır" bu sayede kendimizi kendimiz eleştirerek siyasetin kontrollü şekillenmesi daha rahat sağlanacaktır. Sanatı ve sporu halkı uyutmak amacıyla kullanmaktadırlar. Dünyadaki altın rezervlerinin kontrolünü elinde tutan ve bu rezervlerle ekonomisini ele geçirdiği ulusların kanını emen Yahudiler ekonomiyi basını ve siyasi rejimi kontrolü altında tutarak büyümelerini hızlandırarak devam ettirmektedirler. Kısakürek, yazılarının devamında herkes tarafından bilinen ünlü Yahudilere ve yaptıklarını ışık tutup yaptıklarının ne denli büyük tahribatlara sebep olduğundan bahsetmiştir. Yazar, konuyu arkadaşları ile tartışarak açıklığa kavuşturmaya çalıştıkları söyleşide konunun ciddiyetinin altını çizmiş ve tüm dünyaya salgın gibi yayıldıklarından bahsetmiştir.Kitabın devamında Yahudilerin ülkelerdeki etkilerinden ve faaliyetlerinden bahseden yazar Yahudilerin Türk tarihindeki etkilerinden bahsetmeyi de ihmal etmemiştir. Burada dikkatimi çeken kısım İstanbul Üniversitesi'nin eski ve meşhur Yahudi Profesörlerinden Avram Galanti'nin sözleri ile Abdulhamid'in neden Yahudi intikamına uğradığını açıklamaya çalışmasıdır. (Yahudi Abdulhamid ilişkileri kitabın devamında daha detaylı ele alınmıştır)

Kitabın ikinci bölümünde Masonların kuruluşu, amaçları ve yaptıklarını açıklayan yazar Türkiye'deki mason teşkilatını açıklayarak ne denli içimize girmişler dercesine okuyucusuna ders vermektedir. "Dünyayı idare edenler, zahirde iktidar mevkilerinde hükümran olanlar değil, kulislerin arkasında bulunanlardır!" Benyamin İsrael'in söylediği bu söz henüz o yıllarda iplerin Yahudilerin elinde olduğunu gözler önüne sererek artık yapacak hiçbir şeyiniz yok mesajı verilmiştir. 2. bölümün sonlarına doğru Türkiye'deki masonların isimlerinin açıklandığı görülmektedir.

Kitabın üçüncü ve son bölümünde kısaca "Dönmelik" konusunu işlemiş ve sıkça Sabatay Sevi üzerinde durmuştur. Dönmelerin Türkler arasında kolayca görünmez olabilmesi ve bu sayede daha etkili ve kolay hareket etmesi yazar tarafından asıl tehlike olarak kabul edilmiş ticari, sanayi ve siyasi hayata hakim olmaları dolayısıyla Türk'ü çürütme gayelerini hiç bir zaman ihmal etmediklerini açıklamıştır.

Eserin, dergide yayınlanan yazıların kitap haline getirilmiş olması açıklamayı oldukça zorlaştırmıştır. Elimden geldiğince olayları neden sonuç ilişkisi çerçevesinde yazarın asıl niyetini göz önünde bulundurarak açıklamaya çalıştım. Hata ettiysem şimdiden affola, saygılar sevgiler.

10 Mayıs 2013 Cuma

Peyami SAFA Fatih-Harbiye

Anımsatmak amacıyla kısaca yazarın hayatından bahsedecek olursak: Şair bir babanın oğlu olan Peyami Safa, hastalık ve yoksulluk ile geçirdiği çocukluk ve gençlik dönemlerinde içinde bulunduğu ekonomik sıkıntıdan kurtulmak amacıyla özellikle yazılı türde bir çok iş yapmıştır. Bulunduğu sıkıntılı dönemi her ne kadar para amacıyla da olsa yazarak atlatmaya çalışan Safa, edebi açıdan yeterli olmasa da toplum tarafından beğenilen eserler vererek yaşadığı ekonomik bunalımı atlatmayı başarmıştır. Ekonomik bunalım sürecini atlatan ve kendini kanıtlamayı başaran yazar, sonrasında edebi açıdan çok başarılı eserler vererek adını ölümsüzleştirmeyi başarmıştır. 

Eseri Fatih-Harbiye'de sıkça yaşamından izlere rastlamak mümkün. Özellikle yaptığı dahiyane psikolojik analizler ve kullandığı kendine has yazım tekniğiyle bana göre Türkiye'nin hatta Dünya'nın alanında en başarılı yazarlarından biridir. Tolstoy ve Dostoyevski gibi Rus yazarlardan hiç bir aşağı kalır yanı olmamasıyla birlikte benim gözümde bazı yönleri ile onlardan daha başarılı bile kabul edilebilir. Fatih-Harbiye'ye gelecek olursak genel olarak doğu ve batı arasındaki kültür çatışması üzerine yazıldığını söyleyebiliriz. Eserinde Batının tekniğinin alınmasını fakat kültüründen uzak durulmasını okunan her sayfada biraz daha güçlendirerek açıklamıştır. Günümüz gençliği ve yetişen yeni nesil düşünüldüğünde romanın kültür yozlaşmasına, kültür emperyalizmine karşı bir ilaç görevi üstlendiğini görebiliriz. Henüz kitabın yazıldığı yıllarda bu kültürel dönüşümü gözlemleyen yazar günümüzü ön görerek bir dizi nasihatler ile okuyucularının tutumunu olumlu yönde değiştirmeyi hedeflemiştir. Safa, (Kedi-Köpek/Doğu-Batı) gibi benzetmelerle olası bahanelere mahal vermeden derdini sert ama haklı bir üslup ile okuyucuları ile paylaşmaktadır. Kitapta özellikle dikkat edilmesi gereken noktanın mesaj içinde mesaj vererek tutumu değiştirmenin yanı sıra değiştirilen tutumun devamlılığını sağlama amacı güdülmesidir. Okuyucunun samimiyetini ve güvenini kazanabilmek amacıyla eserinde doğunun bazı yönlerini eleştirmeyi ihmal etmeyen yazar, sırf bu yüzden bütün iyi yönlerden vazgeçilemeyeceğini belirtmiş ve batının dahi doğu kültürüne hayranlığından bahsederek anlatımını güçlendirmiştir. Yazar, değerlerimize sahip çıkmamızın ve sahip olduğumuz kültürü zenginleştirmek yerine yeni kültür arayışı içine girmemizi bütün benliğiyle reddetmektedir. "Bizim bizden büyük düşmanımız yoktur" Her şeye rağmen Safa, kelimelerin gücüne inanıyor. Toplumu yozlaştıran ve kültürümüze uygulanan yabancı kültür bombardımandan kurtulmanın tek yolunun kültürümüzün anlaşılması ve anlatılması olduğunun altını çizmektedir. Genel olarak bakacak olursak yazarın eserini kaleme almasındaki nihai amacının o dönemlerde eşiğimizde olan ve kanser gibi hücrelerimize yayılmaya başlayan kültür emperyalizmine karşı önlem almaktır. Kitabın 1999 yılı 19. basımını okuyanlar dildeki değişimden bile bu kanserin ne denli yayılmış olduğuna şahit olabilir.


Safa, ayrıca doğu kültürünün yeterince tanınmamış ve tanıtılmamış olmasından şikayetçidir. Mevlana, Gazali, Farabi gibi hazinelere sahip çıkılmaması ve anlaşılmaya çalışılmamasını bütün benliği ile reddeden Safa, okurlarının tutumunu aksi yönde değiştirmeye çalışmaktadır. Bu durumu, Peyami Safa'nın Dostoyevski ve Tolstoy kadar iyi bir yazar olmasına karşın onlar kadar tanınmamış olmasına da bağlayabiliriz. Toplumumuzun bu kıymetli yazarının değerini anlayamaması ve hak ettiğinin çok azı kadar bile tanıtamaması ne kadar acı... 
Gazali'den yapılan son sayfadaki alıntılar ile yazar, savaşın gereksizliği ve insanın nihai sonundan bahsederek kitabın ilk sayfalarından itibaren bilinç altımıza özenle inşa ettiği öğretisinin son tuğlalarını yerleştirerek okuyucuyu her türlü kültürel yıkıma karşı dirençli  hale getiriyor. 




7 Mayıs 2013 Salı

Thomas MORE-UTOPİA

Öncelikle belirtmekte fayda var, inceleme gibi görünen bu yazı herkes tarafından anlaşılma amacı güdülerek  yazılmamıştır. Anlaşılması için belli başlı konularda temeliniz olmalı ya da en azından yazarın hayatı hakkında yeterli sayılabilecek kadar bilgi sahibi olunmalıdır. Benim amacım yazarın geçmişi, görüşleri ve yapmak istedikleri arasında köprü kurarak neden sonuç ilişkisi çerçevesinde eseri hakkında çıkarımlarda bulunmaktır. Ayrıca bu yazıyı okumadan önce kitabı okuduysanız, yazı sonrası farkı görüp kitaplara bakış açınızı yeniden şekillendirebilmeniz için kitabı yeniden okumanızı öneririm. Temennim, bu (inceleme demek istemiyorum), (tam olarak kelimenin karşılığı olmasa da) çıkarım sayesinde kitap okuma alışkanlığınızı değiştirip yeni bir bakış açısı ile sonrasında okuyacağınız her kitaptan maksimum keyif ve anlam çıkarmanızdır.

Anımsatmak amacıyla kısaca yazarın hayatından bahsedecek olursak: Thomas More hukukçu bir babanın oğlu olması dolayısıyla iyi bir eğitim alarak rahat bir çocukluk geçirir. Babası tarafından henüz çocukluk dönemlerinde verilen dini eğitimler gelecek yıllarda eğitim alacağı okullarda giderek artacak ve bütün görüşlerin arasında kendisine ait ideal bir görüş çıkarmasına yardımcı olacaktır. Dini yönünü hümanist bir bakış açısıyla harmanlayan More, kendisini insanlara en iyi hizmet edecek şekilde geliştirecek ve gelecekte idealleri ve inancı uğruna gözünü bile kırpmadan ölüme gidebilecek bir hale gelecektir.

Egosunu acı ile dizginlemeye çalışan ve mükemmeliyetçi olan More, az da olsa mazoşist ve narsistik eğilimli kabul edilebilir. Kitabında genel olarak Platon'un Republic eserinden izlere rastlamak mümkün, bunu özel mülkiyet'in yasak olması ve köleliğin gerekliliği gibi temel konularda aynı fikirde olmaları dolayısıyla kabul edebiliriz. Bununla birlikte ekonomi ve kölelik temelli sosyalist bir düzen ile oluşturduğu ideal ülkesinde paranın ve ekonominin olmadığı komünal yaşama düzeni hakimdir. Kölelerin sırtında kurulan ego ve ben merkeziyetçiliğin özel mülkiyet ve para gibi kavramların yasak olması ile yok edilmeye çalışıldığı bu devlette huzur korku ile sağlanmaktadır. More, monarşi ile yönettiği ülkesinde; köleliği ve ölüm cezasını desteklenmesi, korku ile yönetilmesi, aile bağları ve kültürün zayıf olması ve ayrıca sert bir ceza sistemi ile yönetilmesi kafaları karıştırmaktadır. Yazar kitabında paraya tapılmasını net bir biçimde eleştirmekte ve hemen hemen bütün sorunları bu olguya bağlamaktadır. Kendi hayatında deneyimlediği olaylar neticesinde eserinde, adaletin var olabilmesi için yönetici ve yargıçların rüşvet, haz ve yancılık peşinde koşmaması gerektiğinin altını çizmektedir. Savaşı sert bir dille eleştiren ve durdurmanın tek yolunun en büyük askeri gücü elinde bulundurmak olduğunu savunan More, ülke çıkarları doğrultusunda diğer ülke ve milletlerin kullanılması gerektiğini desteklemektedir. Son olarak din ve devlet işlerinin ayrılığı görüşünü kabul edip dinde korkunun gerekli olduğunu ısrarla belirtir.

Kitabın en can alıcı noktasına yani yazılış amacına ve öğretisine gelecek olursak, kitabın başından itibaren Utopia'lıları çok zeki ve mantıklı olarak kabul ettiren yazar aynı zamanda inanışlarını Hristiyanlığa yakın ama adı olmayan bir din olarak göstererek ilk mesajını vermektedir.  More, okuyucuların direkt olarak bilinç altını hedefleyerek ve düşünceyi güçlendirme tekniklerini kullanarak kitabın sonunda belirttiği gibi hemen hemen bütün Utopia'lıların Hristiyanlığı kabul ettiğini söyleyerek propagandasını dikte etmektedir. Sonuç olarak eleştirilme ihtimalini ön gören yazar kitabın son sayfasında kendi fikirlerinin bir kısmının kabul edilemez olduğunu fakat genel olarak gerekli olduğunu söyleyerek bitirir. Ayrıca gözlerden kaçmaması gereken ve dikkatimi çeken bir diğer ayrıntı da yazarın sahip olduğu dinin mutlak din olduğuna dair şüphelerinin olmasıdır. (Bunu, din adamlarının ettiği dua'dan anlayabiliriz.)

Bütün bunlar düşünüldüğünde yazarın dehasına hayran kalmamak mümkün değil. Yaptığı ve yapmaya çalıştığı bir çok şey, kitabının yayınlanmaya başlaması ile birlikte etkisini göstererek yaygınlık kazanmış ve yazarın nihai amacının gerçekleşmesini sağlamıştır. Yazar hakkındaki izlenimlerimin devamını, başka eserleri analiz etme fırsatı bulduğumda paylaşmaya çalışacağım.