Sayfalar

29 Ekim 2012 Pazartesi

Para İçin Gözü Dönenlere Diyojen (Diogenes)


Dünyada 800 milyon kişi açlık sınırının altında yaşarken yine aynı dünyada ihtiyacı olmadığı halde lüks arabalar, büyük evler ve bunun gibi daha yüzlerce gösteriş amaçlı harcamalar yapılmaktadır.
alt
Birleşmiş Milletler Gıda Örgütü’nün (FAO) sunduğu rapora göre, dünyada 800 milyon insan aç yaşıyor ve her 5 yaşından küçük yaklaşık 6 milyon çocuk, açlık yüzünden hayatını kaybediyor. Özellikle kara Afrika’da durum giderek kötüleşiyor. Bu bölgelerde, son 30 yıl içerisinde, sadece savaşın etkisiyle tarım ürünlerinde 52 milyar dolarlık zarar meydana geldi. Bu miktar, dış yardımların yüzde 75′ine denk geliyor.
Dünyada 800 milyon kişi açlık sınırının altında yaşarken yine aynı dünyada ihtiyacı olmadığı halde lüks arabalar, büyük evler ve bunun gibi daha nice gösteriş amaçlı harcamalar yapılmaktadır. Bunca zaman bu adaletsizliği görmezden gelenlere yada umursamayanlara tokat gibi yanıt Sinoplu Diyojen.
M.Ö. 411, 412 veya 413 yılında, Sinop’ta dünyaya geldiği bilinen tarihte Sinoplu Diogenes(Diyojen) diye ün yapan Kinik filozof.
Asıl mesleği kuyumculuk olan ve parayı çok sevdiği için kalp para basan bir kalpazanın oğludur. Babası kalp para bastığı için Sinop’tan sürülmüş, baba oğul Atina’ya gelip yerleşmişlerdir.
Diogenes, Atina’da umduğunu bulamamıştır. Babası ile birlikte çok sıkıntı çekmiş, sefalet içinde yaşamıştır. Antishene’i tanımadan önceki hayatı sefalettir, açlık, rezillik ve korkunç sıkıntılarla ilgili günlerin anıları içindedir; dostsuz, arkadaşsız ve himayesiz kalan bu kişi farelere imrenecek kadar yokluklar içinde kalmış, bir gün yiyecek bulmak için koşturan bir fareyi görünce: ” Hele bak bu hayvan Atinalıların mutfağına girmeyi biliyor da ben onların sofralarına oturamamak talihsizliğindeyim” diye bağırmıştır. Ve o andan itibaren hayvanların yaşamını doğaya daha uygun bularak onların yaşamına özenmiştir. Bu arada Antisthene’in doğaya uygun yaşama çağrısını işitmiş ve ona koşmuştur. Bu inatçı adamın inadı ve ısrarına dayanamayan Antisthene yeminini bozmuş ve yeniden öğretmenliğe başlayarak Diogenes’i yetiştirmiştir.
Diyojen bir sürgündü, kötü bir suçla suçlanmış bir adamın oğlu idi, her yerde ve herkes tarafından itilmiş, terzil edilmiş, hakaret ve istihkarla karsılaşmış; sefaletin her çeşidini tatmıştır. Onda güçlü bir irade, kararlılık ve cesaret vardı. Üstelik çok iyi konuşuyordu, üstün ve pırıl pırıl bir zekaya sahipti. Bütün bunlar Antishene’in bu öğrencisine kendi felsefe ve öğretisini telkin, onu eğitmek için yeterlidir.
Bir dilenci yapabilirdi bunu. Zincirlerinden soyunup yeni bir libas giyen tuhaf bir dilenci… Yeni libas çuldu, değnekti ve torba. Yeni azık incir, zeytin, kara ekmek ve lahanaydı. Yeni kapı filozof Anthistenes’in kapısıydı. Yeni idolü köpeklerdi. Yeni yaşam biçiminin temel ilkesi “yeterlilik”ti. Kişi mutluluk için gerekli her şeyi kendi içinde taşıyabilmeli, kimseden bir şey istememeliydi. Zaman zaman heykellere dilenir gibi el açıyor, nedeni sorulduğunda “Retlere alışmak için böyle yapıyorum!” diyordu. İkinci olarak “utanmazlık” zırhını giyerek zararsız gördüğü kimi eylemlerin üzerinden toplumsal baskıyı kaldırabilmeliydi. Doğrusu bu noktada ölçüyü kaçırmış,
Eflatun’un “Hezeyan halindeki Sokrates!” tanımlamasına muhatap olmuştu. Üçüncü ilkesi “sözünü sakınmazlık”tı bu Kynik filozofun. Yozluğu ve kibri bu silahla yenerek insanları yenilenmeye çağırabileceğini düşünüyordu. Ahlaksız bir adamın ev kapısının üzerindeki “Fenalık adına hiçbir şey bu kapıdan girmesin!” kitabesini okuyunca, “O halde ev sahibi nereden girsin!” demiş, bir gün girdiği hamamın suyunun pis olduğunu görüp, “Burada yıkandıktan sonra nereye gidip temizlenmeli!” diye feryat etmiştir. Diyojen’in dördüncü ve son ilkesine göre ise ahlaki olgunlaşma ancak metotlu bir eğitimle gerçekleşebilirdi. Bu yüzden o, hayatın bütün görüntülerini bir açık hava dershanesinin araç ve gereçleri haline getirmenin yolunu arıyor, yeterince olgunlaşıp beceri kazanamayanları hicvetmek için, oklarını hedefe isabet ettiremeyen bir adamı görüp hedef tahtasının önüne oturuyor ve şöyle diyordu: “Hiç olmazsa şimdi başıma bir kaza gelmez!”
Bir fıçıya su da konabilir şarap da. Zeytinyağı da konabilir, sirke de. Peki bir insan fıçıyı ev edinebilir mi? Evet Diyojen, darphanede büyüyen çocuk bir fıçıyı ev edindi kendine. Yalnız ev mi, bir kürsü aynı zamanda! Atina sokaklarında yuvarlıyor evini ve sonra üzerine çıkıp sesleniyor zenginlere, keskin sirkeden daha keskin sözleriyle. Yargıçları kararları üzerinde yeniden düşünmeye çağırıyor. Erkekleri kadınsı hallerden kurtulup erkek, rahipleri riyadan kurtulup samimi olmaya çağırıyor. Halkı batıl inançlardan, askerleri zulümden soğutmaya çalışıyor. Sözünü kimseden sakınmıyor. Bir dilenciye kim ne yapabilir! Kim elinde fenerle güpegündüz Atina sokaklarında dolaşan bu meczuba hesap sorabilir! Kimse! Sadece sorabilirler: “Neden gündüzleyin fener!” Duymak için adam olmadıklarını. “BİR ADAM ARIYORUM!” sözüyle.
Diyojen yalın hayatıyla kısıtlı koşullarda bile mutlu ve bağımsız olunabileceğini göstermek istiyordu insanlara. Yoksa bir fıçıda yaşamayı teklif ediyor değildi başkalarına. “Hayatımda ne fazla ve ne eksik?” sorusunu sordurtmaktı maksadı. Sırf bu yüzden avucuyla su içen bir çocuk görüp maşrapasını kırdı! Ve yükseltti sesini binlerce yıl öteden duyulsun diye: “Bu çocuk bana hâlâ fazla eşya taşıdığımı öğretti!” Bu öyle bir tabloydu ki ünlü ressam Poussin “Diyojen Kâsesini Atarken!” adını verip bu yoksulluğu zengin bir peyzajla insanlığa duyurdu.
GÜNEŞİMİN ÖNÜNDEN ÇEKİL! Bu azarı bir imparator duydu. Büyük İskender deniyordu ona. Diyojen’in şöhretini duymuş, şanını bu şöhretin yanına taşıyarak halka hoş görünmeyi ummuştu. Bir yanda Makedonya kralının parlak alayı, öbür yanda paçavralar içinde güneşlenen Diyojen… Biri yücelterek, diğeri aşağılayarak dünyayı kendine dar gören iki adam! İmparator ihsanda bulunmak istiyor: “Ne dilersen, yapayım!” Diyojen üzerine düşen gölgenin İmparator’a değil dünyaya ait olduğunu hissediyor ve elinin tersiyle itiyor bu gölgeyi: “Gölge etme başka ihsan istemem!”