Filme dönecek olursak, sanıyorum senaryonun en saf hali filmin adından da anlaşılacağı gibi "What Women Want (Kadınlar Ne İster)" Freud'un şu sözünden ilham alınarak yazılmış: "Henüz yanıtlanamamış ve kadın ruhuyla ilgili otuz yıl süren araştırmalarıma karşın benim de yanıtlamayı başaramadığım çok önemli bir soru var: Kadınlar ne ister?" Yer yer kara mizaha, yer yer de dahiyane mizahi unsurlara başvurulan film, henüz başında bize derdini açıklama gayreti içine giriyor.Genelleme yaparsak hemen hemen herkesin hayatının bir döneminde keşke aklından geçenleri duyabilsem dediği bir olguyu özenle kurgulayarak izleyicilerin önüne sunuyor. Kendinden bir şeyler olduğunu gören izleyicileri henüz başlarında yakalamayı başaran film, bir yandan ürün yerleştirmeleri bir yandan büyülü kurgusu ile izleyicilerin zihnine nüfuz etmeyi başarıyor. Filmde dikkatimi çeken bir diğer unsur ise, erkeğe yönelik öz eleştiri ve kadına yönelik aşağılama sayılabilecek nitelemeler olmuştur. Yer yer haklılık payı olsa da bütün kadın ve erkekleri genelleyerek yaptıkları benzetmeler, hassas insanları üzebilecek nitelikteydi. Kadınların yaftalama manyağı ve egoist, erkeklerin ise yalnızca kendi çıkarlarını düşünen anlayışsız ve narsistik eğilimli gösterilmesi izleyicilere bir şey anlatmaya çalışıyor. Bana göre her iki tarafa da verilmek istenen bu mesaj: "Eğer üzülmek istemiyorsan güvenme ve kesin emin olmadığın sürece EVLENME" Aile yapısını küçülterek zenginliğine zenginlik katan global kapitalist şirketler film sektörünü kullanarak karı koca'ya düşürdüğü çekirdek aileyi, birbirinden bağımsız kadın ve erkek haline getirmek istiyor. Böylece normalde bir arada yaşayan ailelerde bir buz dolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, televizyon, araba hatta ev... aklınıza gelebilen ve satılabilen hemen hemen her ürün. Ama bireyler parça parça olursa her birinin kendine ev tutması bu evi eşyalarla doldurması, araba alması... gibi bir sürü alışveriş yapması gerekecektir. İçinde insan olmayan binalar evler, bahçeler...
Fazla kopmadan filme geri dönecek olursak, bir sahnede patronunun yeni küba purosunu denemek için çalışanlarına teklif yapması ve sigara içmediği için zor durumda kalan bir çalışan izleyenlerin bilinç altına sigara içmediği için bu gibi zor durumda kalabileceği mesajı vererek sigara şirketleri ile yaptığı anlaşmaya bağlı kalıyor. İş dünyası demişken, şirkette yöneticiler ve çalışanlar arasında geçen acımasızlıklara ışık tutan film iş dünyasının gerçek yüzüne de ışık tutmayı ihmal etmiyor. Ayrıca Marisa Tomei'nin mükemmel oyunculuk performansına değinmeden geçmek oyuncuya büyük haksızlık olurdu. Karakterini olduğundan çok daha iyi oynamayı başaran, hem fiziğini hem sesini hem de mimiklerini kullanarak dakikalara onlarca mesajı sığdırmayı başaran ender performanslardan birini gerçekleştirdi. Sonuç olarak hizmet etmesi beklenen her türlü amaca fazlasıyla hizmet eden bu film izleyenlerine yaptığı eleştiriler ile kafalarında bir çok soru işareti oluşmasını sağlıyor. Kadın erkek ilişkilerinin, çağın en büyük sorunlarından biri hatta belkide en büyük sorunu olduğunu dahi düşünebiliriz. Film de verilmek istenen ve/veya benim aldığım mesaj, hem kadının hem de erkeğin birbirine gerçek anlamda bakmadığı, gerçek anlamda dinlemediği, olması gerektiği gibi hissetmediği ve hak ettiği gibi sevmediği sonucudur. Sürekli karşımızdakinden şikayet etmek yerine biraz dinlemeye çalışsak, sonucunda belkide çok büyük kırgınlıklara acılara sebep olacak ayrılıkları, çatışmaları önleyebilirdik. Sürekli kendine bakan, kendi söylediklerini dinleyen, kendini seven, kendi duygularını önemseyen insanlar bana göre hiç bir zaman tam anlamıyla mutlu olmayı ve mutlu etmeyi başaramaz.
Teşekkürler, Alperen Şeker.