Normal bir çocukluk geçiren ve diller üzerindeki merakı ile henüz çocukluk döneminde kendini kanıtlayan Şemseddin Sâmi, Siyatik hastalığına yakalandıktan sonra, hastalıklarından acı çekerek geçirdiği son yıllarını yapıtları üzerinde çalışarak sürdürür. Talat ve Fitnat'ın aşkı, yazınımızda Batılı yöntemle yazılmış ilk roman sayılır.
Eserden kısaca bahsedecek olursak: Yazar, romanın başında Fitnat'ın annesi Saliha Hanım'ın başından geçen aşkın, evliliğin ve boşanmasının öyküsünü ayrıntılı biçimde anlatır. 18 yaşında yetim bir çocuk olan Talat Bey, yine 1 yaşındayken öksüz kalan, babasını tanımayan bir kız olan Fitnat'a ilk görüşte aşık olur. Ancak kızı sokağa bile çıkarmayan tutucu bir adam olan babalığı tütüncü Hacıbaba aksi, dediğim dedik bir adamdır ve üvey kızına kendi ölçütlerine göre bir koca bulmak istemektedir. Bunun üzerine Talat Bey, kız kılığına girerek Fitnat'la arkadaş olur. Ancak Hacıbaba, kızıyla evlenmek isteyen zengin Ali Bey'in önerisini kabul eder. Ali Bey kızın babası yaşındadır. Bu evliliğe karşı çıkan kızı, kandırarak Ali Bey'in evine getirirler. Ali Bey'in kendisine dokunmasına razı olmayan Fitnat, Talat'la birleşememenin acısıyla intihar eder. Eve kız kılığında gelmiş Talat da sevgilisinin cansız bedenini görünce düşüp ölür. Annesinin kızına yazdığı muska biçimindeki mektubu okuyan Ali Bey, gerçekte Fitnat'ın yıllar önce gebe olduğunu bilmeden boşadığı karısından doğan kızı olduğunu öğrenince çıldırır ve altı ay sonra o da ölür.
Özetten de anlaşılacağı gibi Talat ve Fitnat'ın birbirlerini seven gençlerin evlenmelerine engel olunmasının, evlenecek kimselerin yaş ve deneyim bakımından birbirlerinin dengi olmamasının acı sonuçlar doğuracağını anlatarak ibret dersi vermeyi amaçlayan bir yapıttır. Fakat benim en çok ilgimi çeken kısım, kitabın başında sözü geçen Saliha Hanım ile Ali Bey arasında geçen aşkın gurur ve kibir yüzünden bitirilmesi sonucunda oluşan pişmanlık ve yıkım olmuştur. Yapıtlarının toplamı ve gayesi düşünüldüğünde Sami'nin de Ahmed Mithat Efendi gibi toplumun "öğretmeni" olmayı amaçladığı anlaşılmaktadır. Bu eserinde de, birbiri ardına bir çok önemli toplumsal sorunun temeline değinip ne kadar korkunç sonuçlar doğurabileceğini dramatik bir biçimde okuyucunun yüzüne vurmaktadır. Yazar henüz kitabın başında ilk büyük hataya, gurur ile kibir sonucu biten büyük aşka ve acı çeken iki sevgiliye yer vermiştir. Bu hata sonucu bir kıvılcım ile başlayan kötülükler, iki aşıktan yıllar sonra dahi devam etmiş ve bir başka iki aşığın da hayatlarına mal olan bir aleve dönüşmüştür. Ayrıca yazar olabildiğince geniş bir kitle tarafından anlaşılmak için süslerden arındırılmış yalın bir dil kullanmış ve kimi kelimeleri konuşma dilindeki gibi yazmıştır.
Sanırım kitaptaki bir bölüm ile örnek vermek anlaşılması açısından daha doğru olacaktır:
"...Hanım- Vah vah... Oğlum hastalık şakaya gelmez, kendini bir hekime göstermelisin.
Arap dadı- Aman büyük hanim, bu hakımlar! Baş agrisi hakım eyi yabmaz, okutmali ha? Baş eyi olmak ister, baş agrisi gitmak ister, ha ne ya hanim. Gaşan sene bana nasil sitma galdi! Uş ay sitma... Hakım galur gidar, hab verir, hem ne hab! Zehir! Şok def'a boğazıma galdi. İlahi yârabbi! Ne şakdi ben o hab ile... Hab adamı eyi eder mi? Hab sitmaya ne yabar? Sonra, Allah razı olsun, bizim abla galdi, beni gordi, tanimadi; o kadar ben zaif oldi. Benim boyun ip gibi oldi... Abla aldi habi, attı pencereden... Beni aldi, Kocamustafabaşa'ya goturdi. Orada bir herif var amma onun nefesi menşur! Heb İstanbul ona gider. Amma sitma, yalniz sitma eyi eder o. Baş agrisina, başka şeye karişmaz. Beni okudi, bagladı... İşte bag hala kolumda duruyor. Hiş o vakıttan beru ben sitma gormedi.
Hanım- Aa, dadı! o şeylere sen ben inanırız, şimdiki gençler inanmaz; boşuna yorulma."...
Sonuç olarak Şemseddin Sami, bu alanda yazdığı ilk ve tek kitabında; aşk ve dönemin toplum yapısını kendine özgü bir biçimde ele alıp bu inanılmaz eserini okuyucuyla buluşturmuştur. İnsan ruhuna nasıl dokunulacağını çok iyi bilen yazar, aynı zamanda insanlığa, bu kelimelerle tarif edemediğim eseri aracılığıyla çok büyük bir ders vermiştir. Yazarın buna kalkışmış olması sanatın doğru kullanıldığında okurlara, en acı hayat koşullarını tecrübe etmişcesine büyük dersler verilebileceğini kanıtlamıştır. Bu eseri okuyan ve duyarlı olan herkesin insan hayatına, duygularına ve kararlarına saygı duyması gerektiği ve doğru sanılan yanlışların çok büyük sonuçlar doğurabileceği gerçeğini kabul etmemesi mümkün değildir. Şemseddin Sami, bu büyük eseriyle okurlarının gözünde ölümsüzdür.
Yazıyı Kitaptaki "Bitiriş" kısmı ile tamamlamak istiyorum.
Bitiriş
Saliha Hanım'la Emine Kadın ve Hacı baba ile Ayşe Kadın'ın bu olayı işittikleri zaman ne duruma geldiklerini ve Saliha Hanım'ın ağlaya ağlaya iki gözünden kör kaldığını ve Emine Kadın'ın bu acılara dayanamayıp bir hafta içinde üzüntüsünden öldüğünü ayrıntılarıyla anlatsak, gönüller dayanmaz sanırım... Hem de bu kitabın adı "Müsibetname" değil ki...